Yabanıl doğaya çıktığında insanın gözüne kayaların, toprağın ve ölü ağaç gövdelerinin üzerini süsleyen rengârenk lekeler çarpar. Sarılı yeşilli, kahverengili grili bu lekeler, aslında milyonlarca yıl önce denizlerden karalara çıkan yaşamın ayak izleridir. Botanikte “liken” adı verilen bu canlı türü, birçok kişinin yanlış bildiği gibi, tek bir bitki türü değildir. Milyonlarca yıl önce kurulmuş sıkı bir ortaklığın adıdır.
Günümüzden yaklaşık 380 milyon yıl önce yaşam yalnızca denizlerdeydi. Kara parçaları, çıplak kayalardan oluşuyordu ve bugün “toprak” dediğimiz yaşam hamurundan yoksundu. O zamansız çağlarda yosunlarla mantarlar, bir ortaklık kurdular ve karalara ilk adımı attılar. Sonra da tüm coğrafyalarda hızla yayılarak yaşamın gelişmesini sağladılar.
Bünyelerinde iki farklı bitki grubundan üye veya üyelerini barındıran likenler, bitkiler dünyasının en iyi “ortak yaşam” (simbiyoz) örnekleridir. Halk arasında daha çok kayalar ve ağaçlar üzerindeki formları yosun olarak bilinen bitkilerdir. Oysa gerçek karayosunları tamamen farklı bir bitki grubudur. Bu ortak yaşamda çoğunlukla bir yosun (alg) ve bir mantar bulunmakla birlikte, bazen iki alg ve bir mantar simbiyotik ilişkiye girebilmektedir. Bu ortak yaşama alg, fotosentez yapmak suretiyle organik madde üreterek katkıda bulunur. Mantar ise cansız ortamdaki su ve suda erimiş halde bulunan mineral maddeleri sağlar. Bu karşılıklı dostluk uzun yıllar devam eder, hatta yüzlerce yıl sürer…
Likenler farklı özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Morfolojik yapılarına (kabuksu, yapraksı, çalımsı veya dalsı), vücut (tallus) yapılarına, üzerinde büyüdükleri zeminlere (substrat) ve yapısına giren mantarların sınıfına göre sınıflandırılırlar. Likenler, eşeyli ve eşeysiz olarak üreyebilirler.
Ekolojik açıdan son derece önemlidirler. Yeryüzünde milyonlarca yıldır kayaların verimli topraklara dönüşmesinde, karayosunları ile birlikte öncül (pioner) bitkiler olarak, ekolojik döngü içerisinde eşsiz bir yerleri vardır. Salgıladıkları liken asitleri ile kalkerli ve granitik kayaları kademeli olarak parçalarlar. Bu parçalamaya karayosunları da eşlik ederek “humus” adı verilen canlı ortamını oluştururlar.
Likenlerin doğadaki belki de en önemli ikinci görevleri, insanoğlunun havaya vermiş olduğu kirleticilerin miktarı ve zararlarının seyri hakkında gerçek ipuçları vermesidir. Beslenmek için su ve mineral maddeleri yüzeyleri ile almak zorunda olduklarından, atmosferde taşınan azot, kükürt ve florlu kirleticilerden, ağır metallerden ve yoğun radyasyondan etkilenirler. Bu kirleticilere toleranslı olan bazı türler ise kirlilik derecesine paralel olarak anatomik ve morfolojik değişim gösterebilirler.
William Nylander isimli bilim adamı 1866 yılında ilk defa Paris’in kırsal bölgelerindeki ağaçların üstünde görülen bazı liken türlerini, şehrin merkezindeki aynı ağaç türleri üstünde olmadığını ve buradaki likenlerin hava kirliliği sebebiyle yok olduğunu fark etmiştir. Yine aynı yıllarda Almanya (Münih) ve İngiltere’de de likenlerin yok olduğu tespit edilmiştir. 1900’lu yılların başında bu durum Avrupa’da geniş ölçüde hissedilmiş ve ilk olarak yok oluşların sebebi kömür kurumuna bağlanmıştır. Daha sonraki yıllarda, yok oluşların sebebi günümüzde henüz daha tamamı saptanmamış olan hava kirleticilerinden kaynaklandığı tespit edilmiştir. Bu çeşitlilikteki değişimin yanında bazı liken türlerinin ağır metaller ve radyoaktif maddeleri biriktirebildiği, birikimin kaynaktan uzaklaştıkça azaldığı anlaşılmıştır. Özellikle karbondioksitin yol açtığı hava kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerde tamamen yok olmaları, bu bitkilere “biyolojik indikatör” olma özelliğini vermiştir.
Yapılan hava kirliliği araştırmalarında, farklı liken türlerinin hava kirliliğine farklı hassasiyette oldukları sonucu ortaya çıkmıştır. Buna göre likenler ve hava kirliliğinin seyri ile ilgili araştırmalar şu şekilde yürütülmektedir;
Birincisi hava kirliliğine dayanıklı veya hava kirliliğinin olduğu yerlerde yaşayan liken türlerinin bünyesinde biriken kirleticilerin ölçümü ve/veya bu kirleticilerin neden olduğu morfolojik, anatomik ve fizyolojik değişimlerin belirlenmesidir. İkincisi ise spesifik hava kirleticileri ile ilişkili olarak belli liken türlerinin alandaki varlığına göre liken komünitelerinin haritalanmasıdır.
Birinci yöntem; Likenlerin bünyesinde biriken kirleticilerin analizi ve bu kirleticilerin tallusta neden olduğu değişimlerin incelenmesi ile hava kirliliğinin tespit edilmesi çalışmalarında iki değişik yol izlenmektedir. Bu yollardan ilki doğal olarak geliştiği alandan toplanan liken örneklerinden element analizlerinin yapılması ve elde edilen sonuçların değerlendirilmesidir. Diğer çalışma yolu ise, doğal olarak geliştiği alandan toplanan liken örneklerinin element analizleri yapıldıktan sonra hava kalitesi bakımından çalışılacak bölgelere yerleştirilmesi ve belli bir süre beklendikten sonra yeniden element analizlerinin yapılmasıdır. Şehir merkezinde liken örneklerine pek rastlanılmadığından, hava kirliliğinin monitörlenmesinde böyle bir yola başvurulmaktadır. Transplante edilen örneklerden 10 ve 17 hafta sonra element analizleri yapılarak sonuçlar elde edilebilmektedir.
İkinci yöntem ise, ilk kez Stockholm şehrinde 1926 yılında bitki ekoloğu olan Rutger Sernander tarafından uygulanan haritalama yöntemidir ve bu yöntem alanın liken biyoçeşitliliğini haritalara geçirilmesine dayanmaktadır. Aynı zamanda çalışma alanındaki liken türlerinin çeşitlilik, bolluk ve canlılık özellikleri de haritalar üstünde değerlendirilmektedir. Rutger Sernander, araştırma yaptığı şehrin liken bulunmayan ağaçların yer aldığı bölümüne “Liken Çölü”; sadece birkaç kabuksu ve yapraksı türün gelişebildiği bölümüne “Çabalama Zonu” ve likenlerin çok sayıda ve sağlıklı geliştikleri bölümüne “Normal Zon” isimlerini vererek, üç bölgeye ayırmıştır. Gerçekten de yapılan hava kirliliği çalışmalarında bu zonların bölgelerdeki hava kirliliği değerleri, kentsel alan büyüklükleri ve hakim rüzgarlarla örtüştüğü tespit edilmiştir.
Likenler hava kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerden kaçarak “liken çölleri”ni meydana getirirler. Bu bölgeler, insan sağlığı açısından son derece sakıncalıdır. Bu haritalardan yararlanarak, şehirlerde yeni imara açılacak sağlıklı alanlar belirlenmektedir. Bu haritaları oluşturmak için ilk yöntem Alman Mühendisleri Birliği’nin (VDI) geliştirdiği 3799 nolu yönergedir. Daha sonraları bu yöntemden yola çıkılarak pek çok yöntem (ANPA-İtalya, SI-Slovenya gibi) geliştirilmiştir. Son olarak, VDI yöntemi baz alınarak, Avrupa (EU) yöntemi (Asta ve diğ., 2003) geliştirilmiş ve kullanılmaya başlamıştır.
Son 70 yıldır dünyanın birçok ülkesinde liken ve karayosunlarından faydalanarak kentlerin hava kirliliği haritaları bilimsel olarak yapılmaktadır. Ne yazık ki, Ülkemizde likenler kullanılarak hava kirliliğinin seyri gerçekleştirilen il sayısı (Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, İzmir, Bilecik, Eskişehir, Trabzon, Erzurum) oldukça sınırlıdır.